|
| Karmaşık Duygular. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Aleksa Rouvense V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 72 Kayıt tarihi : 27/01/11 Nerden : zombieland.
| Konu: Karmaşık Duygular. C.tesi Şub. 12, 2011 6:22 pm | |
| Aleksa Rouvense&Pavel Ivanov Parmakları, elinde tuttuğu elmanın parlak ve kırmızımsı yüzeyinde geziniyordu hafifçe. Yavaş ve sürekli adımlarıyla toprak zemin üzerinde ilerlerken bazen rastgeldiği yaprakların çıtırtılarına gülümsüyordu ara sıra. Ağaçlar güneş ışığının hafif parıltısı altında parıldıyor ve rüzgar saçlarını omuzlarından aşağıya doğru savuruyordu. Etrafında uçuşan kuşların kanat sesleri, çiçeklerin o mis gibi kokuları doğanın eşsiz harmonisine ekleniyor ve çevresini sarıyordu hiç bırakmazcasına. Gözleri tanıdık ağaçların ve ışık oyunlarının üzerinde gezinirken küçük bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Karşısında duran ve yıllardır kendisine aynı zamanda Pavel'e dostluk eden yaşlı ağaca baktı usul usul. Zarif bir hareketle kendisin bıraktı ve bedeni, bir oturağa benzeyen köklerle buluştu.
Aradan ne kadar süre geçmişti bilmiyordu fakat uzun süredir beklediğini biliyordu. Pavel ile burada buluşma sözü vermişlerdi birbirlerine. Hoş bunu neden yaptıklarını da bilmiyorlardı, belki de alışkanlık olmuştu ya da artık bu ağaç ve çevresi ikisinin dostluk anıtı gibi bir şeydi. İç geçirdi. O sırada çalıların arkasından gelen adım sesleriyle başını o tarafa doğru çevirdi. Birkaç saniye geçmeden yıllardır neredeyse her gün gördüğü yüz hatları, okyanus mavisi gözleri ve düzgün yapılı vücuduyla Pavel belirdi karşısında. Onunda yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Ayağa kalktı ve pantolonuna yapışmış toprak parçalarını silkti. Neredeyse onunkisinin aynısı olan gülümsemesiyle en yakın dostuna baktı. Aşina olduğu gülümsemesini süzdü uzun uzun. Sanki onda bir şeyler vardı. Naphael olayından sonra kendisine o kadar destek olmuştu ki, aralarındaki şey herneyse değişime uğramış gibi hissediyordu Aleksa.
Parmaklarını uzatarak genç adamın ellerini tuttu. Bu alıştıkları bir durumdu. Görenler onları dostluk kavramından daha yakın sanabilirlerdi fakat ikisi de gerçeği biliyordu. Yıllardır dosttular. Peki şimdi neden içinde farklı bir duygu dalgası hissetmişti? Bir anda neden parmakları karıncalanmaya başlamıştı ve kalbinin ritmi hızlanmıştı? Başını iki yana salladı hızlıca. O etkilenebileceği bir erkek değildi. Pavel kendisinin en yakın dostuydu ve aralarındaki bu bağ bozulamayacak kadar kutsal ve yüceydi Aleksa'ya göre. | |
| | | Pavel Ivanov V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 56 Kayıt tarihi : 11/02/11 Yaş : 31
| Konu: Geri: Karmaşık Duygular. C.tesi Şub. 12, 2011 8:16 pm | |
| Tanrım, çok geç kaldım! Aleksa ile buluşacağımdan, tamamen habersiz bir biçimde, kumara dalmıştım, yine. Annemin bütün ailesinin tek varisi bendim, annem ölünce bütün miras bana geçmişti ve ben bu mirası tamamen boş yere harcamayı seçiyordum. Bunu bilinçli olarak yapıyordum, çünkü ben baba parası -tabi bu durumda ana parası- ile hayatımı geçirmek istemiyordum. Dürüst olmak gerekirse, bu neden kumar oynadığımı soranlara verdiğim cevaptı. Aslında içten içe biliyordum ki, kumar bir tutku olmuştu bende. Aleksa eğer duyarsa, kellemi uçuracağı türden bir tutku. 'Winner winner chicken dinner!' bir kez daha blackjack yapmıştım işte. Masadaki bütün paramı toplayarak, artık babamdan çok gördüğüm, bu ufak yer altı cafesinin sahibi Tommy'e el salladım. Beni seviyordu, en çok gelen ve genellikle en çok kaybeden müşterisiydim. Fakat kaybettiklerimin iki katını alabiliyordum her zaman. Şanslıydım işte. Keşke kumarda şanslı olmasaydım. O zaman belki aşkta kazanırdım. Aslında aşkta kazanabilirdim, yani bir ihtimal. Ama tabi daha kendime bile itiraf edemediğim bir şeyi, nasıl kazanabilirdim ki? Düşüncelere nasıl daldıysam artık, kendimi Avalon Ormanı'nın girişinde buldum. Yaklaşık on beş dakika gecikmiştim. Aleksa'ya yalan söylemekten nefret ediyordum ama uyuyakaldığımı söyleyecektim. Kumar problemi olan bir zengin züppesi olmamalıydım gözünde. Sonuçta Aleksa'ydı o. Hayatımda en çok eğlendiğim insan. Hani saçma sapan sorular sorulur insana, ıssız bir adaya düşsen kimi yanına alırsın falan diye. İşte bunun cevabı benim için belirli, Aleksa. Ailemden kimsem yok, her gün eve farklı bir kadınla gelen babam hariç. Babamı da, eğer bir katil olsaydım kesinlikle öldürürdüm. Yaptığı tek şey, annemin mücevherlerini satarak geçinmek. Lanet olası şerefsiz. Maneviyat diye bir şeyi duymamış hiç. İşte bu yüzden, babamı evden kovdum. -Pekala, ev dediğim bir ağaç-ev fakat görüp görebileceğiniz en iyilerinden. Tek başıma sıkılıyordum falan ama, ondan kurtulmuştum. Ah, bir de dedem var tabii. Babamın babası. Canım, pek bir severim, babamın kopyası! Evet, aile konusunda çok şanssızım. Fakat dostlar konusunda o kadar şanslıyım ki. En bariz örneği, Aleksa. Eminim ki, dört saat de geciksem, o beni orada bekler. Orada. Ağacımızın altında. Bu ağaca ilk geldiğim zamanı hatırlıyordum da, okula başlayacağım yazdı sanırım, babamla kavga edip evden çıkmıştım, buraya kadar nasıl geldiğimi hala anlamıyordum fakat bence bunun adı kader. Çünkü geldiğim gün, Aleksa'da buradaydı, tam hatırlamıyorum ama sanırım ikiziyle birlikteydi. Onları izlemiştim, tüm gün boyunca. Ağacın tepesine tünemiştim ve ikisi de beni görmemişti. - İşte o an anlamıştım ne kadar yalnız olduğumu, Aleksa'ya bunu her zaman söylediğim gibi 'ikiz kardeşe sahip olduğu için çok şanslıydı.' İkiziyle birlikte çok şey yaşamışlardı, her ne kadar son olaylar biraz kötü olsa da, Aleksa toparlanmıştı. En azından toparlanmasına yardım ediyordum. - Her neyse, o günden beri kafamı dağıtmak için buraya geliyorum, tabii ki Aleksa ile birlikte. Fakat o hala neden burayı seçtiğimizin farkında değil. Bunu ona bir gün söylerim, belki. Bu düşünceler suratıma kocaman bir gülümseme yerleştirmişti, tam zamanında! Beklemekten sıkıldığı her halinden belli olsa da suratındaki gülümsemeyi bir an için bile indirmeyen Aleksa, bana doğru geliyordu. Aslında ikimiz de yaklaşıyorduk, pembe dizi tarzında. Her zamanki güzelliği ve masumluğu üstündeydi işte, tanrım! Naphael'den ayrıldığı için çok mutluydum! Bir dakika. Bunu söylememişim gibi davranabiliriz. Ya da şöyle düzeltiyorum, 'naphael aşağılık biriydi, Aleksa kesinlikle daha iyilerine layık, bu yüzden ayrılmalarına çok sevindim.' Evet, çünkü Aleksa benim dostum. Peki şu an parmaklarını bana doğru uzatırken neden kalbim üç katı hızlı atıyor? Çünkü, çok yürüldüm. Kesinlikle. Başka bir açıklaması olamaz bunun. Parmaklarını kavradım yavaşça. Her zaman yaptığım gibi, ellerini dudaklarıma götürdüm, evet, ben bir centilmenim! Ellerini bıraktıktan sonra, kollarımı açtım. Boyu yanımda epey bir kısa kalıyordu ve sarıldığımızda neredeyse kayboluyordu falan ama, ona sarılmak dünyanın en harika hislerinden biriydi. Ve bu hissi şu an yaşıyordum. Her zamanki kokusu -şeftali, ki bunu ona ben alıyorum, eski bir iddia sonucu- burnuma dolarken, geri çekildim. "Tanrım, özlemişim!" Kızı yanımda sürükleye sürükleye -elini tutuyordum ve benimle birlikte yürümesini sağlıyordum fakat adımlarım onunkinin iki katı, neden bu kadar cılız bu kız?- ağacımızın dibine gidip oturdum. Cebimden, vazgeçilmezim sigaramı çıkarıp yaktım. Fakat Aleksa bana bir farklı bakıyordu, o an fark ettim ki yirmi dakikalık gecikmemin nedenini söylememiştim. "Pekala, işte olay şu, biliyorsun babam evde değil artık ve uyanmam çok zor oluyor, bir uyandım ki saat öğlen olmuş! En hızlı şekilde geldim işte." Bu bir yalandı, koca bir yalandı. Ve ne yazık ki Aleksa yalan söylediğimi bilecek kadar tanıyordu beni. Fakat yine de şansımı deneyerek, ona kocaman bir gülücük gönderdim. Hayır, onunla olduğum için gülümsemiyordum. Cidden. Yani kalbim ne derse desin, şu anki gülümsememi yalanımı belli etmemek için yapmıştım. Tanrım, kızarmaya başlıyordum! Lanet olsun. Neden kız gibi davranıyordum ki? Ergen aşık kızlar gibi. Halbuki ortada öyle olması için hiçbir neden yoktu. Birincisi, erkekler kızarmazdı! İkincisi, normalde yanında en rahat olduğum insanla birlikteydim. Fakat neden rahat değildim? Naphael olaylarından beri rahat olmadığımın için için farkındaydım ama buna hem kalbimin hem beynimin kabul edebileceği bir açıklama getirememiştim. Bu yüzden bir süre onu görmemeyi falan düşünmüştüm, fakat başarılı olamamıştım işte. Yine buradaydım, yine onunla. | |
| | | Aleksa Rouvense V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 72 Kayıt tarihi : 27/01/11 Nerden : zombieland.
| Konu: Geri: Karmaşık Duygular. Paz Şub. 13, 2011 3:09 pm | |
| Tüm bedeniyle sarmalamıştı Aleksa'yı. Kısa boyuna birkez daha lanet ederek derin bir iç çekti. Saçlarının o müthiş kokusu ve nefesinin ürpertici sıcaklığı üzerinde tatlı bir sarhoşluk hissi yaratmıştı. Bir an kolları arasında yığılıp kalmayı düşünse bile tek yapabildiği kendi kollarını da açarak ona sarılmak oldu. Birden tüm bedenini yaktı kor bir alev. Yanı başındaydı,ellerini uzatıyor ve ona dokunabiliyordu fakat onun da kendisine tıpkı şu an baktığı gibi bakabilmesini istedi bir an. Her ne kadar yanlış olduğunu bilse bile. Tek yapabildiği tüm düşüncelerini kafasından fırlatıp atmak ve onun etkileyici benliğine daha da sokulmak oldu. Kızın, kendisine göre, küçük bedenini de sürükleyerek ilerlemeye başladı. Genç adamın gözlerinin odağı başka bir yerdeydi. Aleksa başını kaldırıp yüz hatlarını incelemeye başladı. Yıllardır hep bu gözlere bakmıştı, dost eli diye onun elini tutmuştu ve ne yaparsa yapsın yanında o olmuştu, dostluklarının yaşamındaki en kutsal şeylerden birtanesi olarak görüyordu. Bunu içindeki yakıcı duygunun etkisiyle kirletmek istemiyordu fakat öylesine canı yanıyordu ki o an. Başını eğdi ve kendisini de beraberinde sürüklemesine izin verdi.
Hâlâ sıkı sıkıya elleri kenetliydi birbirlerine. Yanında kendisini küçücük bir kız çocuğu gibi hissediyordu Aleksa. Yanlış olduğunu adı gibi bilse de o duygu seli içinde bir yerlerde büyümeye ve geçtiği her yeri yıkmaya devam ediyordu. Ellerini biraz daha sıktı, genç adamın ve hissettiği tüm o karmaşadan büyük bir haz duydu. Henüz yüzü kendisine dönmemişti belki o da bir şeyler düşünüyordu. Kendisini olabilir miydi? Ne yaptığını farkederek hızla önüne döndü. Beyninin içerisinde dolanan düşünceleri durduramıyordu, açıkçası durdurmak istemiyordu. Kendisini bir an o akıntıdan alabildiğinde Pavel'in yaklaşık on beş dakika belki de daha fazla geciktiğini hatırladı. Bakışları yeniden onunla buluştu ama bu sefer o da kendisine bakıyordu. Tebessüm etti hafifçe. Pavel de neden kendisine öyle baktığını anlamış olacak ki bir cevap arıyor gibi görünmeye başladı. Bakışlarını kaçırdı, dudakları aralandı. "Pekala, işte olay şu, biliyorsun babam evde değil artık ve uyanmam çok zor oluyor, bir uyandım ki saat öğlen olmuş! En hızlı şekilde geldim işte." Uzun zamandır ilk defa sesini duyuyordu sanki Aleksa. Halbuki az önce bir şeyler söylemişti kendisine fakat kendisini gözlerine o kadar kaptırmıştı ki ne söylediğini hatırlayamıyordu. Ve o an Pavel'in az da olsa kızardığını farketti. Yalan söylüyordu! Kendisine yalan söylüyordu, sanki anlayamayacakmış gibi. Kaşlarını çattı, biraz daha yaklaştı yanındaki bedene. Parmaklarını sinirle kaldırarak genç adamın omuzlarına koydu. Şimdi ikisinin çehresi de aynı hizadaydı. '' Bir daha, bana asla ama asla yalan söylemeye kalkma. Çünkü anlayabiliyorum. Biz artık o kadar yakın olduk ki, sen kalbimde öyle bir yere sahipsin ki yalan söylemek için harekete geçtiğin an bunu hissedebiliyorum.'' Öfkeyle dolu sesi, cümlesinin sonuna doğru birazcık yumuşamıştı. Konuşurken hiç nefes almadığı için hızla soluk alıp veriyordu ve nefesi Pavel'in boynunu okşuyordu usulca. Ne yaptığını umursamadan tekrar kapıldı o büyülü hayallere. Parmakları şimdi omuzlarında, boynunda ve saçlarında dolanıyordu. Biraz daha yaklaştı, çok az kalmıştı. Çok az...
O an rüzgar esti sertçe ve bir kamçı daha yedi Aleksa hayattan. O dostuydu, bunu yapmaya nasıl cesaret edebilmişti? Hızla geri çekildi, kendi kendisine defalarca yemin etmiş olsa bile gözleri dolmaya başlamıştı işte. Lanet etti kendisine. Yapmak üzere olduğu şey neredeyse aralarındaki her şeyi bitirmek üzereydi. '' Ben özür dilerim, Pavel. Bana ne olduğunu gerçekten bilmiyorum. Yaptığım şey, yani yapmak üzere olduğum şey aramızdaki bu kutsal bağa öylesine zarar verecekti ki, çok az kalmıştı, Tanrım.'' Dudaklarından kaçan bir hıçkırığı tutamadı ve gözlerinden süzülen saydam bir inci tanesi toprakla buluştu. 'Yalnızca bir tane.' diye avutmaya çalıştı kendisini fakat ardından başkaları da süzülmeye başladı. Onun görmemesi için parmaklarını uzattı, silmek üzere fakat o da aynı anda uzatmıştı parmaklarını ve tenleri birkez daha buluştu. | |
| | | Pavel Ivanov V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 56 Kayıt tarihi : 11/02/11 Yaş : 31
| Konu: Geri: Karmaşık Duygular. Ptsi Şub. 14, 2011 2:11 pm | |
| Aleksa kaşlarını çatmıştı, bu kesinlikle iyi haber değildi. Bütün sevimliliğimi suratımda tutmaya çabalıyordum, suratımdaki ifadeyi görenin gülmemesi imkansızdı. Aleksa bir adım daha attı bana. Evet, her şey bitiyordu işte. Ya kafama vuracaktı, ya da ne berbat bir dost olduğumu söyleyecekti. 'Pis yalancı! Seni beklemek zorunda değilim! Bir daha da beklemeyeceğim. Bitti!' Kulağımda çalınan bu sözler, bana öylesine vurmuştu ki, hayat denen şeyle bağım neredeyse bitmişti. Gözlerimi açtım korkakça. Aleksa'nın dönüp gittiğini falan düşünüyordum, fakat gördüklerime inanamadım. Daha yeni konuşmaya başlıyor, ağzını ilk defa açıyordu. Bunun anlamı, ben paranoyaklaşmıştım. Ben iyi değildim. Kısa sürede tedaviye falan ihtiyacım vardı bence, çünkü konu Aleksa olunca, hayattaki her şeyi yanlış anlamakta üstüme olmuyordu. Aleksa'nın sözleri, beni kırmaktan ya da üzmekten çok, mutlu etmişti. "biz artık o kadar yakın olduk ki, kalbimde öyle bir yere sahip olduk ki." Tanrım, acaba şu an ayaklarım yerde mi? Nedense kendimi bulutlarda falan hissediyorum, uçuyorum boyuna. Suratıma kocaman bir sırıtış eklemeyi her şeyden çok istesem de, Aleksa'dan tokat yeme ihtimalim hala çok yüksekti. Suratıma mahcup bir ifadeyle, kendimi Aleksa'ya bıraktım.Olanlar birden bire oldu. Sıcacık nefesini her daim hissedebiliyordum, fakat parmakları, yer değiştirmişti. Parmaklarını her okşadığı yer, sanki bir ejderha ateş üflemişçesine yanıyor, kalbimin atışları on kilometreden duyulabilecek hale geliyordu. Aleksa ile yıllardır, sürekli temas halinde idik. Birlikte bile uyumuştuk! Fakat bu, çok farklıydı. Beşyüz derecede kaynayan bir kazana atılmış, sonra buz gibi bir suya sokulmuş gibiydim. Bütün bedenim tir tir titriyordu. Aleksa'nın dudakları, benimkilerle buluşmaya hazırlanmıştı. -Gerçi onunla bir kere öpüşmüştüm, doğruluk mu cesaret mi yüzünden, fakat bu kesinlikle sayılmazdı!- Günlerdir düşlerimde gördüğüm şeyler gerçekleşmek üzereydi, her zaman vişne tadındaki dudakları.. yumuşak, ıslak. Tam dudaklarımız buluşmak üzereydi ki, Aleksa saatler süren bir rüyadan uyanmışcasına geri çekildi. '' Ben özür dilerim, Pavel. Bana ne olduğunu gerçekten bilmiyorum. Yaptığım şey, yani yapmak üzere olduğum şey aramızdaki bu kutsal bağa öylesine zarar verecekti ki, çok az kalmıştı, Tanrım.'' Kutsal bağ? Bunu her zaman hatırlatmak zorunda mıydı? Dost olduğumuzu? Bir an için unutamaz mıydık? Tamam, öpüşseydik her şey berbat olacaktı belki. Ama buna izin vermezdim. Yani küçük bir öpücük? Ve bütün hücrelerim bunun için yalvarırken. Lanet olsun. Gözleri dolmuştu işte Aleksa'nın. Bense naptığımı bilemez bir biçimde orada dikiliyordum. Aleksa'dan kesinlikle böyle bir şey beklememiştim, kabuslarımda falan, Aleksa'yı öptüğümü ve onun suratıma tükürerek gittiğini görmüştüm. Şoktan, onun ağladığını fark etmem birkaç saniye sürdü. Tam gözyaşlarını -dünyadaki her şeyi yok edebilirim, onun ağlamasını görmemek için- silmek için parmaklarımı uzatmıştım ki, parmaklarımız buluştu, yine. Bu sefer sanki kalbim yerinden çıkıp, benden bağımsızca şarkı söylüyordu. Bateri falan çalıyordu. Sürekli aynı ritim, fakat her seferinde yükselen bir tonla. Artık dayanamayacaktım. Parmaklarını indirip, kendime çektim Aleksa'yı. Gözlerimiz buluştuğunda, hayatımda ilk defa öyle bir şey hissettim, vücudum titriyordu, fakat içim fokur fokur kaynıyordu. Midemde bir karıncalanma, kusacak gibi hissediyordum. Aleksa'nın suratına kustuğumu düşündüm bir an, tebessüm etmeden duramadım. -Aslında kahkaha atmamak için kıçımı yırtıyordum. Tanrım, şöyle bir durumda, niye böyle mal mal şeyler düşünüyordum? Bir kez daha topladım dikkatimi, beynim bana sürekli 'sakın! çok karmaşık bir dönemden geçiyor Aleksa, onu ö-pe-mez-sin!' diye emir verse de, hala küt küt olan kalbimin dediklerini dinledim. Aleksa'yı kendime çekip, tereddüt etmeden onu öptüm. Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum. Tek bildiğim, o süre içinde dünyanın en mutlu insanı olduğum. Hayatta hiçbir şey mutluluğumu yıkamazmış gibi hissediyordum, dudaklarındaki vişneli nemlendiriciyi hissettiğim her an, düş zannettiğim şeyin gerçekliğiyle yüzleşiyordum. Nefesimin hızlandığını fark edince, geri çekildim. Aleksa'ya bakamıyordum. Bütün mutluluklar yok olmuştu şimdi. Ne kadar aptaldım ben. Sevgilisinden yeni ayrılmış, üstelik çok kötü olaylar yaşamış, en yakın arkadaşımı öpmüştüm! Onun öpmek istemesi doğaldı, kafası çok karışıktı. Fakat ben? Onun yanında olmalıyken ben ne yaptım? ONU ÖPTÜM! Lanet olsun. Dünyadaki en beter dostum bence. Kızın kafasını daha da karıştırmak dışında hiçbir şey yapmadım. Şimdi suratına bakacak yüzü nereden bulacaktım? "Özür dilerim, gerçekten özür dilerim. Ben lanet olası bir ahmağım! Senin yanında olmam gerekirken, seni öptüm! Kafan çok karışıktı, daha da karıştırdım. İnanamıyorum kendime. Bunu söyleyeceğime de inanamıyorum ama, seni seviyorum Aleksa! Hiçbir dostuma değer vermediğim kadar verdim sana her zaman. Bunun farklı bir anlam taşıdığını düşünmemiştim, son bir aya kadar. Lanet olsun. Bir daha beni görmek istemezsen anlarım, cidden. Benim gibi iki yüzlü birini ne yapacaksın ki? Hatta gidiyorum. Özür dilerim, yeniden." Aleksa bana küfür etmeliydi, iğrenç bir dost olduğumu, hemen bir açığını yakalayıp onu öptüğümü, abazanın teki olduğumu falan söylemeliydi. Fakat öyle değildi. Ama bunu ona anlatamazdım. Çünkü ne olursam olayım, dostuna iğrenç gözle bakan aşağılık olduğum gerçeği değişmezdi. Aleksa'dan bir adım uzaklaştım, gitmeliydim, en yakın köprüden atlamalıydım! Ya da dağlara çıkıp hayvanlarla yaşamalıydım, ya da koluma jilet falan atmalıydım. Bilmiyorum. Dünyadaki en berbat şeylerin başıma gelmesi gerekirdi, Aleksa'yı kırmıştım çünkü. Ben böyle biri değildim, Aleksa'yı kırmak, incitmek dünyada istediğim son şeydi. Fakat eylemlerim tam tersini göstermişti. Tanrım, şu an al canımı, lütfen! | |
| | | Aleksa Rouvense V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 72 Kayıt tarihi : 27/01/11 Nerden : zombieland.
| Konu: Geri: Karmaşık Duygular. Ptsi Şub. 14, 2011 2:52 pm | |
| Parmakları hızla belini kavrayarak onu kendisine çektiğinde, kalbi dokunuşunun etkisiyle hızlanmaya başlamıştı. Kısacık bir an buluştu mavi gözler birbirleriyle ve ardından genç adamın dudakları Aleksa'nınkilerin üzerine örtüldü. Kanı teni altında kaynamaya başlamış ve yüzünü alev alev yakıyordu. Şu son zamanlarda günün neredeyse her anında düşledikleri gerçek olmaya başlamıştı şimdi. İçini yakan şey -her neyse artık- dayanamayarak dudaklarını araladı ve dokunuşu altında titredi. Ne kadar süre geçmişti umrunda bile değildi fakat bu hayatında yaşadığı her şeyden daha tatlı ve güzeldi. Pavel her zaman kendisine karşı nazik olmuştu ve öpüşü de öyleydi; nazik, kibar ve yeteri kadarından daha fazla tutkulu. Sonunda geriye çekildiğinde hafifçe gülümsediğini farketti ve parmaklarını yanaklarına bastırdı fakat Pavel'in gözlerinde gördükleri, acıdan başka bir şey değildi. Öyle bir şey kırıldı ki içerisinde, belki de Pavel sadece bir anlık zevk için yapmıştı bunu. Aleksa'nın duygularını önemsemiyordu belki? Kafasındaki sorularla başa çıkmaya çalışırken derin bir iç çekti Pavel ve ona döndü tekrar genç kız. "Özür dilerim, gerçekten özür dilerim. Ben lanet olası bir ahmağım! Senin yanında olmam gerekirken, seni öptüm! Kafan çok karışıktı, daha da karıştırdım. İnanamıyorum kendime. Bunu söyleyeceğime de inanamıyorum ama, seni seviyorum Aleksa! Hiçbir dostuma değer vermediğim kadar verdim sana her zaman. Bunun farklı bir anlam taşıdığını düşünmemiştim, son bir aya kadar. Lanet olsun. Bir daha beni görmek istemezsen anlarım, cidden. Benim gibi iki yüzlü birini ne yapacaksın ki? Hatta gidiyorum. Özür dilerim, yeniden." Lanet etti birkez daha neye olduğunu bilmese bile. Çünkü bir şeyleri yanlış anlamıştı Pavel. Aleksa belki de haftalar öncesinden unutmuştu Naphael'i. Kendisi unutturmuştu ona her şeyi.
Arkasına dönmüş gitmeye hazırlanan genç adamı kolundan tuttu ve kendisini önüne attı. Mavi gözlerini onunkilere dikti. Aralarındaki bu şeye bir isim vermeliydiler ve Pavel'in gitmesine asla izin veremezdi. '' Gidemezsin. Benim kafam karışık falan değil, anladın mı? Sana karşılık verdim çünkü bunu istedim. Çünkü tam kalbimden yayılan bir duygu bunu yapmamın doğru olduğunu fısıldadı bana. Bu o kadar doğru geldi ki, kimse umrumda değil benim. Naphael'i belki de çok öncesinden silmiştim ben.'' Parmaklarını genç adamın yüzünün iki yanına koydu. Dudaklarını kısa ama bir o kadar da tatlı bir öpücükle örttü. '' Ben de seni seviyorum.'' Sözcükleri o kadar şiddetli söylemişti ki, sanki ağaç yaprakları bir an sallanmış gibi geldi kendisine. Ardından bakışlarını yere çevirdi. Utanmıştı belki de. Yanaklarının kıpkırmızı olduğunu hissedebiliyordu. Utangaçça gülümsedi ve başını yerden kaldırmadan öylece durmaya devam etti. Ardından ellerini indirdi ve Pavel'in parmaklarını tuttu sıkıca.
Aradan kısa bir süre geçmişti fakat hâlâ bir yanıt alamamıştı Aleksa. Derin bir iç çekti. Belki de onun hisleri kendisininki gibi değildi. Düşünmek istemedi, inkar etti fakat her zaman olduğu gibi düşünceler ve duygular peşini bırakmıyordu. '' Belki de... sen aynı şeyi hissetmiyorsun. Az önce kırılmamı istemedin, belki de.'' Ellerini çekti ve kafasını kaldırdı hafifçe. O masmavi gözlere baktı doyasıya. | |
| | | Pavel Ivanov V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 56 Kayıt tarihi : 11/02/11 Yaş : 31
| Konu: Geri: Karmaşık Duygular. Ptsi Şub. 14, 2011 10:36 pm | |
| 'En çok şimdi seviyorum seni' diyemez miyim? Hayır, diyemem, gitgide büyüyen bir şeyi, büyümüş gibi gösteremem.
Tepki veremiyordum. Hiçbir şeye. Öyle ki, bana bakıp beni sevdiğini söylediğinde bile, olduğum yere kenetlendim sadece. Hayır, bunun odunlukla hiçbir alakası yok, tamamen şoktan kenetlenmiştim. Aleksa'ya, tepkisiz kalmam, bir küfür gibi geliyor olabilirdi. Ama hayır, değildi. Keşke ağzımı açıp iki laf edebilseydim. Ama lanet olsun ki, hiçbir kasımı hareket ettiremiyordum. Nefes aldığıma bile emin değildim. Sadece gözlerimi, o yemyeşil gözlerine dikmiştim. Gözlerimi kırpmıyordum bile. ' Belki de... sen aynı şeyi hissetmiyorsun. Az önce kırılmamı istemedin, belki de.'' Son sözleri tokat gibi çarpmıştı suratıma, fakat kendime gelmeme yetmemişti. Tanrım, noluyordu? İnme falan mı inmişti? Neden bilincim yerindeydi de bu bilinç hiçbir boka yaramıyordu? Hayatımda birçok kızla çıkmıştım. Hepsine onu sevdiğimi söylemiştim, ya da hoşlandığımı -doğru olmasa bile. Fakat bu sefer neden bütün hücrelerim 'Aleksa' diye bağırıyordu ve hayatımdaki diğer her şeyi alıp götürmüştü? Aşık mıydım? Ne zamandır? Bunu anlamamı sağlayan şey bir öpücük müydü? Hayır, bir öpücükten fazlası olmalıydı. Geçmişe döndürdüm beynimi, Naphael ile tanıştığım ilk gün, elini sıkarken parmaklarını neredeyse kıracaktım. Aleksa Naphael ile her öpüşüşünde, kendime yeni bir sevgili buluyor, ya da sevgilimden ayrılıyordum. Naphael ile Aleksa ayrıldıklarında.. Tanrım, o günü hatırlamıyorum bile! Körkütük sarhoş olmuştum, hiçkimseyi tanımadığım bir meyhaneye gidip, herkese içki ısmarlamıştım, uyandığımda çimenlerin üzerinde, yarı çıplak yatıyordum. Ve ne zaman yaptırdığımı hatırlamadığım bir dövme vardı göğsümde. 'A' harfi. Onu sildirmeyi hiçbir zaman düşünmedim -çünkü sarhoş olduğumda, her zaman isteyip hiçbir zaman cesaret edemediğim, korktuğum şeyleri yaparım ve o dövmeyi yaptırmak Aleksa'yı kaybetmek demekti-, fakat her zaman üstünü örtbas ediyordum, mesela o günden sonra Aleksa ile güneşlenme kararı almıştık -teninin çok beyaz olduğundan yakınıyordu!- ve ben tuvalete gitmek zorunda olduğumu söyleyip, çantasını çaktırmadan yürütüp, içindeki fondoten ve pudra ile o harfi saklamak zorunda kalmıştım. Fakat bu konuda pek başarılı olduğum söylenemezdi, neden oranın siyah olduğunu sorduğunda, doğum lekesi olduğunu söylemiştim, Aleksa bunu ilk defa gördüğünü söylediğinde ise, konuyu kapatmıştım. Pekala, düşünmek istemediğim bu kadar şeyi bir anda gözlerime getirince, ben onu seviyordum. Düşündüğümden de uzun zamandır. Fakat o daha Naphael'den yeni ayrılmıştı, gerçi dediklerine bakılırsa, onun kafası karışık falan değildi, istediği için öpücüğüme karşılık vermişti. Bu sözler aslında hayal gibi geliyordu bana, zaten şu an her şey hayaldi. Hiçbir şey göremiyordum, gözlerimi Aleksa'nın gözlerine dikmiştim ama onu görmüyordum. Bembeyaz bir perde inmişti gözüme ve müzikal başlamıştı. Son beş yıl geçiyordu gözlerimin önünden. Derin bir iç çekiş oldu beni kendime getiren, hayatımın en güzel yıllarının, en sevdiğim kişiyle geçirdiğim bölümlerinden oluşmuş bir müzikali bölen. Aleksa bana sövmeye hazırlanıyordu, hak etmiştim, dakikalardır hiçbir şey demeden durmuştum öylece. Konuşma yetimin geri geldiğini hissettim ve aklımdan geçen ilk şeyleri söyledim, aslında daha çok, fısıldadım. "Aynı şeyleri hissettiğimizi sanmıyorum Aleksa." Pekala, uzaktan bakınca bu çok odunca görülebilir, fakat demek istediğim şey o değildi! Aleksa'nın sinirden -ya da utançtan- kırmızılaşan suratını görünce, ağzımdan çıkanları düzeltmeye çalıştım. Aslında konuşmaktan çok, gösterdim. Üzerimdeki gömleği hızlıca çıkararak, sol göğsümü -tam kalbimin üstünü- gösterdim ona. A harfinin yeterli olmadığını düşünüp, sonuna bir 'leksa' eklettiğim dövmeyi. El yazısıyla -bunun Aleksa'nın el yazısına benzemesi için günlüğünü çalıp, dövmeci adama göstermiştim!- yazılmış bir Aleksa yazısı duruyordu karşısında. "Aynı şeyleri hissetmiyoruz, evet. Kırılmanı da istemedim, buna da evet. Çünkü kendimi bildim bileli, seni dosttan öte olarak gördüm Aleksa, bunu anlamam için ufak bir beyin fırtınası yetti. Ve bunu sana söyleseydim, kırılırdın, incinirdin, çünkü ben senin için her zaman dosttum, yanında ağlayabileceğin, omzunu koyabileceğin bir dost. Aslında sen de benim için öyleydin, fakat sarhoş olduğum bir gece, her şey değişti." Tam sözlerime devam ediyordum ki, tuhaf hışırtı duydum. Dostluk ağacımız, bütün kuru yapraklarını yere dökmüştü birden, ikimizin de üstü sararmış yapraklarla dolmuştu. Ve ardından, hiçbir şey olmayan dallarda, beyaz çiçekler açmaya başlamıştı. Sanki ağaç bizi, anlıyordu. Onu bildim bileli kuruydu, fakat şimdi canlılık kazanmıştı. Bir ağaç perisi olarak, bir anda değişen bir ağacı görmek, çok şaşırtıcı gelmese de, içinde bulunduğum durumda, ağzımı açık bırakmaya yetmişti. Dizlerimin üstüne çöktüm, saçımdan sapsarı yapraklar dökülüyordu, elini tuttum Aleksa'nın. "Bütün dünyam oldun, hayatıma ışık tutan güneş oldun, her şey oldun Aleksa, seni seviyorum." Hayatımda duyduğum en tuhaf sesti, bu sesin benim olduğuna inanmam neredeyse imkansızdı. Fısıltıyla konuşmuştum, fakat fısıltıdan çok her şeye benziyordu. Sesim, çok güçlüydü. Tutkuluydu belki de. Ama hiçbir zaman bu kadar kendinden emin çıkmamıştı sesim, bir yabancı gibiydi adeta, ya da o hep özendiğim otuz yaşındaki adam sesi. Ergenliğin verdiği tuhaf ton da kaybolmuştu, büyümüştüm sanki, Aleksa'nın ellerinde.
| |
| | | Aleksa Rouvense V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 72 Kayıt tarihi : 27/01/11 Nerden : zombieland.
| Konu: Geri: Karmaşık Duygular. Salı Şub. 15, 2011 2:16 pm | |
| Saçlarımdan aşağı süzülen yapraklar, rüzgarın etkisiyle savruluyor ve beyaz tenimin üzerinde tatlı bir kızarıklık bırakarak yere düşüyordu. Ağacımız hafifçe silkelendiğinde, kuru dalların yerine yemyeşil yapraklar boy göstermeye ve bembeyaz çiçekler her bir yanını sarmaya başladı. Sessizce iç geçirdim ve satenden bir tül örtüldü gözlerimin önüne. Karşımdaki olan bitene bakıyordum ama göremiyordum. Küçücük bir kız belirdi birkaç metre ötemizde. Elinde kıpkırmızı bir gül tutuyordu ve yüzündeki tebessüm çevresini aydınlatıyordu sanki, tam karşısında kendisine okyanusların derinliklerine benzeyen masmavi gözleriyle bakan küçük erkek çocuğunun elini tutuyordu. Onları dünyanın tüm kötülüklerinden korumak ister gibi eğilmiş ağaç yaşlı ve bilgiç gözleriyle izliyordu onları sanki. Pembe renk dudaklarını araladı küçük kız, söylediklerini duyamıyordum belki ama kendi dudaklarımda otomatik olarak harekete geçmişti. Çünkü o kız bendim ve karşımda duranda Pavel'in küçüklüğüydü. Gözlerimin önünden çekilen perdeler sayesinde yeniden belirdi karşımda. Eğildim hafifçe ve heyecandan titreyen parmaklarımı göğsündeki 'Aleksa' yazısına sürttüm. Kafamı kaldırmıştım o an, şimdi burun buruna duruyorduk. '' Güller solmaya mahkumdur, güneş ile ay ise batmaya ama biz hiç ayrılmayalım olur mu, Pavel? Biz ne solalım ne de batalım, biz hep yaşatalım bu aramızda olanları. Yaşatırken de yaşayalım.'' Şimdi dört yıl öncesine dönmüştüm, o küçücük kız olmuştum yine. Belki hatırlamamıştı Pavel ama o gün söylediklerimi söylemiştim. Hafifçe esen rüzgar ağaçtan yayılan ıhlamur çiçeğinin kokularını da getirdi beraberinde. Sanki etrafımızı sarmıştı doğanın güzellikleri. Bizi dış dünyadan soyutlamış, başbaşa bırakmıştı. Bakir bir orman, bize özel bir yer. Sözcükler beynimden uçup gitmişti. Evet, düşünüyorum fakat hiçbir şey yapamıyorum. Çünkü, parmaklarımı oynatsam yok olacakmış gibi geliyordu bu an. Rüyalarımda gördüğüm, hayal ettiğim bir şeydi. Gerçeklikten dışlanmış, yalnızca düşleyebildiğim anlardan birtanesi. Sessizlik üzerimize bir battaniye gibi örtülmüştü, nefes alış verişlerimizden başka bir şey duyulmuyordu etrafta. Cesaret edebilirim, bunu yapabilirim. Amacıma ulaşıyorum ve parmaklarımı kaldırıyorum, hafifçe dokunuyorum boynumdan aşağı nazikçe sallanan kalp şeklindeki kolyeye, kapağı açılırken benim de kalbimin kapısı açılıyor Pavel'e. Parmaklarını uzatıyor ve dokunuyor kolyeye. Halbuki kalbime dokunuyor aslında, bilmiyor tabii bunu.
Gülümsedim hafifçe, o göğsüme eğilmiş gri renkli kolyeyi incelerken ben de okşamaya başladım yumuşacık saçlarını. ''Bu benim sarhoşluk anımda yaptığım bir şey değildi. Ne pişmanlıktan ne de birisini kıskandırmak için. Ben bunu tanışmamızdan yaklaşık beş ay sonra yaptırmıştım. Hâlâ hatırlıyorum o geceyi, büzülmüştüm yatağımda. Svetlana çoktan uyumuştu ve ben de ağlayarak uyumuştum. Çünkü söyleyememiştim sana, ilk gördüğümde gülümsemene aşık olduğumu. Çocuk aklı tabii, unutabileceğimi sandım. Naphael ile çıkmaya başlamamın sebeplerindendi bu. Ona bağlanabileceğimi sandım, bu sayede seni unutabilecek ve senin bana dostça baktığın gibi ben de sana dostça bakabilecektim.'' Hafifçe gülümseyerek gözlerine bakmaya devam ettim. İçerisinde bulunduğum şu an benim için o kadar değerliydi ki, sessizce şükrettim Olimpos'taki tüm Tanrılara. Sabit olmayan duruşundan yararlanarak ittirdim Pavel'i ağacın gövdesine doğru. Bedenimi onunkine yasladım, başımı hızlıca atan kalbinin üzerine dayadım. Parmaklarım göğsünü okşuyor ve arada sırada Aleksa yazısının üzerinde dolaşıyordu. ''Aslında bu kolyeyi annem hediye etmişti bana. Ölmeden birkaç gün önce hem de. Belki çok tesadüfiydi fakat güzeldi. Bu kolyeye kendi el yazımla ilk gördüğüm anda kalbimin ritmini hızlandıran, yanaklarımı kızartabilen ve beni gerçekten yaralayabilen tek adamın ismini yazacaktım. Senin adını yazarken en ufak bir tereddüt yaşamadım. Asla düşünmedim adını silmeyi.'' Ufak bir öpücük kondurdum boynuna. Nazikçe sarıldım bedenine. Belki ağırlığım altında eziliyordu ama umrumda değildi. Hiçbir gerekçenin yaşayabildiğim en güzel anı lekeleyebilmesine izin vermezdim. Gerçekten anne baba sevgisi görmemiş olan ben hayatımdaki -belki ikizimden sonra, en büyük sevgiyi tadıyordum; aşkı. Baldan daha tatlı bir şeydi bu. Bir kere onu hissettiğinizde hiç bırakmak istemiyordunuz. Ömrünüz boyunca sizinle olsun, hiç gitmesin.
Nefes alış verişlerini dinlerken, gözlerim kapanmak üzere gibiydi. Huzur doluydu içim ve kıpır kıpır. Uyumak istemeyen bir çocuk gibiydim, her ne kadar istemese de uykuya yenik düşen bir çocuk. '' Bana bir masal anlatır mısın? İçinde sen ol, ben olayım. Gerisi önemli değil.'' Gözlerine baktım tekrar. Artık dostane değildi, daha çok bir sevgiliye bakarmış gibiydi. Bitmeyecek bir aşka bürünmüştü. Parıldıyordu, ışıl ışıl. Dudaklarım alnını buldu, görmeden de olsa. Bir süre boyunca orada durdu. Gözlerimi kapatmış kalp atışlarımızın ahenkli seslerini dinliyordum. Gülümsüyordum bir yandan da. Sonra geri çekildim az önce itiraf etmiş gibi değildik sanki, aşkımızı. Yıllardır birlikte gibiydik. Aslında bu doğruydu bir anlamda. Şimdi ise hiç bitmeyecekmiş gibiydi. Babasına aşık olan bir kız çocuğu nasıl sarılırsa babasına, ben de öyle sarıldım ona. Tek bir fark vardı, Pavel benim o iğrenç babam gibi değildi. Aslında yıllardır o benim abim, babam ve tek dostumdu. Şimdi ise bir abi, bir baba gibiydi belki ama en önemlisi sevgilimdi. Bir kuş geçti üzerimizden ve ağacın dallarına kondu zarifçe. O kuşun yalnızlığını görmek yaktı içimi fakat ardından bir kuş daha belirdi yanında ve anladım. Aramızda ne olduğu önemli değildi biz yalnız olduğumuz anlarda bile birbirimize aittik. Ne kadar değiştirmeye çalışsak da, başkalarıyla sevgili olsak bile asla değişemeyecek bir şeydi bu. Hatta birbirimizden nefret etsek de birbirimize aittik. | |
| | | Pavel Ivanov V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 56 Kayıt tarihi : 11/02/11 Yaş : 31
| Konu: Geri: Karmaşık Duygular. Salı Şub. 15, 2011 5:06 pm | |
| Bana küçücükken kurduğu cümleyi, anında hatırlamıştım. Bütün detaylarıyla. Dostluk ağacımızın dalında oturuyorduk, babasından yakınıyordu soluk bile almadan. Kafasını dizlerime koymuştu. Bir süre ikimizde susup, sadece karı izlemiştik. Aslında o karı izlemişti, ben onu izlemiştim. Gözleri ışıl ışıldı, gür kirpiklerinin arasından titrek bir fener gibi ışıldıyordu. Saçlarından yayılan portakal kokusu, bütün benliğimi doldurmuştu. Romantik bir filmde gibiydik, güzel bir kız, yakışıklı bir erkek, romantik bir ortam. Tek yanlış vardı arada, biz arkadaştık. İşte tam o anda dökülmüştü o cümle, pespembe dudaklarından. '' Güller solmaya mahkumdur, güneş ile ay ise batmaya ama biz hiç ayrılmayalım olur mu, Pavel? Biz ne solalım ne de batalım, biz hep yaşatalım bu aramızda olanları. Yaşatırken de yaşayalım.'' Dört yıl önceki küçük Pavel, yeni yeni oluşan dürtülerini dizginlemeye çalışmıştı. Zor olmuştu bu benim için, çünkü dudaklarını hissetmek istemiştim. Sözde romantik filmimize o yakışırdı zaten. Ama Aleksa'nın ışıl ışıl gözleri, dostane suratı durdurmuştu beni. Onu doğrultup, sarılmıştım. Kalbim bedenime hükmetmeye çalışıp, öpmemi söylese de, karşı çıkıyordu beynim. Aleksa çok masumdu, soğuktan kızarmış yanaklarıyla, küçük bir kıza benziyordu. Fakat şimdi, büyümüştü, duygularından emindi. Tam ağzımı açacaktım ki, kolyesini çıkardı, hala boynunda sarılı olan kolyeyi, parmaklarıma tutuşturdu. Kapağını açtı. İşte o an, dünyalar benim oldu. İçinde o çok tanıdık el yazısıyla, adım yazıyordu. Bir şeyler söylemek istedim, bütün vücudum zangır zangır titriyor, kalbim bütün doğa kanunlarını yoksayarak kendini parçalıyordu. Hala elimde tuttuğum kolyeyle, beni ağacımıza sürüklemesine izin verdim. Elleri ellerimde, gözleri gözlerimde. Dünyadaki her şeyden vazgeçebilirdim, bu anı yaşamak için.
' Bana bir masal anlatır mısın? İçinde sen ol, ben olayım. Gerisi önemli değil.' Küçük bir kız çocuğu gibiydi, bana ihtiyacı olan. Şeker istediği için ağlamaya hazır gibiydi. Ya da altını ıslattığı için utangaç gözlerle bakan bir bebek gibi. Hayatımı ona adayabileceğim, onun için yaşayabileceğim ufak bir kız çocuğu. Masallarla uyuyan, uyandırıldığında huysuz olan, hayatın anlamını en güzel biçimde gösteren bir varlık. "Bir varmıııış, bir yokmuş." Aleksa yerinde huzurluca kıpranmıştı. Hayatımda ilk defa masal anlattığım için her şeyi berbat edeceğimden haberi yoktu. Başak rengi saçları, rüzgarla dans ediyor, biçimli bukleler vücudumun her yanına yayılıyordu. "Küçücük bir kız çocuğu varmış zamanın birinde. Ciddi ailevi sorunları olan, fakat hayata her zaman pozitif bakmayı bilmiş, dünyanın en güzel kızı." Masal pozisyonuna almıştım onu, başını dizlerime yaslayıp, saçlarını okşuyordum. Gözlerini kapatmıştı mutlulukla. Ona ne anlatacağımı, hiç düşünmeden biliyordum. Onu ilk gördüğüm günü anlatacaktım, bunun masal olduğunu zannedebilirdi, mühim değildi. "Dünyanın en şahane varlığı olan bu küçük kız, çok sevdiği ikiziyle birlikte, bir ormana gitmiş. Aynı zamanlarda, babasıyla kavga edip evden kaçan küçük bir oğlan, kızın geldiği ormanda, bir ağacın tepesinde oturuyormuş." Sesim bir ninni söylermişçesine, en berrak halinde çıkıyordu. Dizlerimde yatan bu varlık için ölmeye hazır bedenim, içinde sadece onun adını haykıran ruhumla mükemmel bir dans ediyordu. Hafiften bir yağmur başlamıştı çiselemeye, yemyeşil yapraklara ilk defa değiyordu su. Fakat dostluk ağacımız, bizi koruyordu. Aslında onun adı, değişmeliydi artık. Dostluk ağacımız olmayı hiçbir zaman istemediği her halinden belliydi çünkü. Aşkımızı itiraf ettiğimiz an, yıllarca kuru kalmış ağaç, göz açıp kapayıncaya kadar canlanmış, etrafa adeta hayat saçmıştı. "Küçük kızımız -hadi adı Aleksa olsun!- hayatın bütün kötülüklerinden sıyrılmış, güçlü ruhu ve tapılası cesaretiyle, hayatla alay edercesine, etrafına mutluluk saçıyor; ikizini yere yatırıp üstüne tırmanıyormuş. Bir yandan da tatlı sesiyle şarkı mırıldanıyormuş. Ağaçtaki çocuğumuz -buna da Pavel diyelim- gözlerini kızdan bir an bile ayırmadan, sesinin kulaklarını doldurmasına izin veriyor; her geçen saniye mutsuzlukla bürünmüş ruhu, mutluluk saçıyormuş." Aslında masallar eğitici, öğretici olurlar. Benimki tamamen hayatın içinden kopmuş, git gide güzelleşen bir aşkı bütün gerçekleriyle anlatacaktı. Bütün aşk hikayelerini geçecekti! Leyla ile Mecnun, yanında halt edecekti. Çünkü Aleksa'ya olan aşkım, güneş kadar parlak, su kadar sonsuz ve yenilenebilen, kasırga kadar şiddetli, ateş kadar tutkuluydu. "Hava kararmaya başlayıp, ormandan tuhaf tuhaf sesler gelmeye başlayınca, Aleksa ve ikizi hızla ağaçların içinden geçerek, evlerine doğru yol almışlar. Gözden kayboldukları zaman ağaçtan atlayan Pavel ise, ormana dalarak onları evlerine girene kadar takip edip, Aleksa'nın odasının hizasındaki bir ağaca tüneyip, gece boyu onu seyretmiş. Aleksa pembe pijamalarını giyip, ikizini uyuttuktan sonra pencereyi açarak, tertemiz orman havasını çekmiş içine. Ve Pavel görülmek üzere olmanın şokuyla, ağaçtan düşmüş." O ana dönmüştüm yeniden, sağ kalçamdaki bir çizik, hala o günü hatırlatıyordu bana. Hiç o kadar yüksekten düşmemiştim, hala koştuğum zaman çiziğin açıldığını hissediyorum. "Aleksa bir şeyin düştüğünü hissedip, eğilip karanlığı tarafken 'kim var orada?' diye bağırmış cesurca. Pavel olduğu yerden kalkamıyormuş, kalçasındaki ağrı yüzünden, fakat zekice düşünüp emekleme pozisyonu alarak derin derin havlamış. Aleksa köpek olduğu numarasını yutup, içeri dönünce, Pavel sürüne sürüne eve gidip, okulun açılması için gün saymaya başlamış, çünkü ikiziyle konuşmalarına şahit olup, aynı okula yazılacaklarını anlamış." O konuşmayı hissettim yeniden, kulaklarıma doldu Aleksa'nın küçük sesi. "Diyorum sana, okul çok zor olacakmış! Büyük bir dryad kızı söyledi bana, ilk yıl canımıza okuyacaklarmış!" Bu cümlenin ardından, kahkaha atmamak için zor tutmuştum kendimi. Aleksa ikizini korkutmak için böyle söylemişti, bu her halinden belliydi, ikizi de bunu yemiş; ürkek ürkek yapraklarla oynuyordu. Aleksa'nın suratındaki muziplik ifadesini, ilk defa o zaman görmüştüm işte. Hala bir işler karıştırsa, o küçük kız suratını takınıp, kimsenin bunu anlamamasını umuyordu. Ben anında anlıyordum tabii. "Okul günü gelip çatmış, Pavel yeni okuldaki kimsenin suratına bakmadan kalabalığı yararak Aleksa'yı aramış ve sonunda bulmuş. İleride ikiziyle birlikte oturmuş, utangaç utangaç etrafı seyrediyorlarmış. Pavel -nereden geldiğini hiçbir zaman bilmediği bir cesaretle- kızın yanına oturup selam vermiş. Bunu yapma nedeninin kimseyi tanımadığı olduğunu söylese de, ona selam veren herkesi geri çevirmiş o gün, gözleri sadece Aleksa'yı aramış çünkü. O günden itibaren, birlikte takılmaya özen gösterip, zamanla birbirlerinden hiç ayrılmamış hale gelmişler, dost olarak tabii." Anlatmıştım işte, onu aslında ilk kez ne zaman gördüğümü anlatmıştım. Aleksa ile bazen okulun ilk gününü konuşup, benim onun yanına gitmemin ne kadar büyük bir tesadüf olduğunu söyleyip, gülüşürdük. Aslında bilmiyordu ki, ben bir gün boyunca onu aramıştım. Turuncu saçları savrulan her kızı durdurup, dikkatle incelemiştim. Çoğu insan tarafından sorunlu olarak görülmüştüm. Fakat sonunda muradıma ermiştim. Tabii buraları anlatmama gerek yoktu, masalla gerçeği ayırıp ayırmamak, ona kalmıştı. Beş yıllık tanışmışlığımızdan, en heyecanlı öyküleri anlattım, mesela evden kaçtığımda beni yatağının altına sakladığı kısmı. İkimiz de gülmeden edemedik. Birlikte uyuduğumuz o geceyi anlattım, aslında onu sabaha kadar seyrettiğimi. Ve günlüğünü çalan kişinin ben olduğumu itiraf ettim, kaşlarını çattı. Ondan gizlediğim her şeyi anlattım ona. Sırf dost olduğumuz için yaptığıma utandığım şeyleri anlattım. Yaklaşık yarım saat sürmüştü sanırım. "Ve mezun olmuşlar sonunda. Yaptıkları ilk şey, kaçarak evlenmek olmuş! Mükemmel bir balayı, romantik bir ay. Ve balayı dönüşünde, Aleksa üçüzlere hamile kalmış. Ve çocuklar doğunca, sonsuza kadar mutlulukla yaşamışlar..." Üçüzler kelimesini duyunca, Aleksa'nın bütün yüz hattı değişmişti, neden üçüz istediğime hiçbir zaman anlam verememişti zaten. Üçüzleri doğuracak kişinin o olduğunu anladığı zamansa, iyice tuhaflaşmıştı. Şu an kucağımda yatan kişi bütün çirkefliğini göstermeye hazırlanıyordu. "Üçüz mü?! Bir tane neyine yetmiyor?!!" diyeceğini hissediyordum, fakat hiç istifimi bozmadım, saçlarını okşamaya devam ettim.
Düşünüyordum da, sanırım gece hırsız kılığında evlerine girmemeliydim. İki saat kadar onu seyretmiştim, ardından günlüğünü çalarken, bir şey düşürmüştüm. Aleksa'nın ikizi bu sese uyanıp, çığlığı basmıştı. Ev curcuna haline gelmiş, Aleksa üstüme tırmanıp beni tartaklamaya başlamıştı. Fakat onu yatağına itip, pencereden kaçabilecek vakti bulmuştum. Sadece günlüğünü aldığımı görürse, şüphelenir diye, günlüğün içinde olduğu kutuyu almıştım. İçinde çok sayıda mücevher vardı, bunları ona nasıl vereceğimi bilmiyordum. Derken aklıma harika bir fikir gelmişti. Aleksa ile evlerimiz uzak değildi, bize de hırsız girdiğini, onu dövdüğümü, yanındaki bütün mücevherlerini elinden düşürüp kaçtığını, mücevherleri anında tanıyıp ona götürdüğümü söylemiştim. Tabii günlüğü çoktan kopyalamıştım! Okumadığıma yemin etmek isterdim, sadece dövme yaptırmak için almıştım. Fakat dayanamayıp birkaç sayfasını okumuştum tabii. Bunu söylememek istemezdim, ama Aleksa'ya çevirdiğim bütün dolapları birebir anlatmıştım. Suratımda müthiş bir masumluk ifadesi takınıyordum. Süt bekleyen kediler ya da yeni doğmuş bebekler gibi. Bana kıyamazdı, kıymamalıydı. Tanrım, lütfen!
- Spoiler:
bana masal anlattırırsan böyle de hayatımda yazdığım en iğrenç Rp'yi yazarım gökçe:D | |
| | | Aleksa Rouvense V. Sınıf Arbore
Mesaj Sayısı : 72 Kayıt tarihi : 27/01/11 Nerden : zombieland.
| Konu: Geri: Karmaşık Duygular. Çarş. Şub. 16, 2011 1:23 pm | |
| Belki de anlamadığımı falan düşünmüştü ama bütün hikayenin baştan sona onun muzipliklerinden oluştuğunu biliyordum. Hikayesinin sonu geldiğinde hafifçe kıkırdadım. Bu uzun zamandan beri yapmadığım şeylerdendi. İlk kez kendimi bu kadar mutlu hissediyorum. Sanki güneş patlasa, dünya sular altında kalsa, savaş çıksa umurumda olmaz gibiydi. İçim kıpır kıpırdı, kalbim göğsümün altında en az Pavel'inki kadar hızlı atıyordu. Pek bir şey değişmemişti aslında. Tamam, artık öpüşebiliyorduk, birbirimizi sevdiğimizi söyleyebiliyorduk fakat hala o benim en yakın dostumdu. İstediğim zaman dertlerimi anlatabilir ve ona açılabilirdim, yine ağladığımda o tutacaktı elimi yine onun omzunda ağlayacaktım. Bana meraklı gözlerle bakarken ne düşündüğümü merak ettiğini anlayabiliyordum. Gülümsemem bütün yüzüme yayıldı ve yanaklarımın kenarlarındaki küçük gamzeler açığa çıktı. Sanırım masalı hakkında bir yorum bekliyordu. ''Hayatımda dinlediğim ilk masaldı bu, sanırım en güzeliydi. Aslında pek de masal gibi değildi, yaptığın tüm muziplikleri açığa çıkarmış oldun. Ama sonunu biraz abartmamış mısın sence? Üçüzlerle nasıl baş edebilirim ki ben?'' Hafifçe iç çektim, küçük bir kahkaha kaçıverdi dudaklarımdan. Bütün orman çınladı benim neşemin gerçekliğe kavuşmuş sesiyle. Gözlerimi kapatarak başımı Pavel'in göğsüne birazcık daha yasladım. Rüzgar tatlı tatlı esiyor ve saçlarımdaki bukleleri okşuyordu onun elleriyle birlikte. Yapraklar çevremizde uçuşurken sümbüllerin kokuları tenlerimize sokuluyordu usulca. Dudaklarımı araladım istemsiz olarak. Kısık sesli bir ninni yayıldı gökyüzüne doğru. Annemden geriye tek hatırladığım şeydi bu. Orada sanki ellerini üzerimde hissediyordum. O kolyeye Pavel'in ismini yazarak ne kadar doğru yaptığımı fısıldıyordu bana güneşin ışıklarıyla. Derin bir iç geçirerek son verdim ninniye. Bana cevap vermeye hazırlanırken, parmaklarımı dudaklarına bastırdım. Bu anın bozulmasını istemiyordum.
Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorduk. Güneş neredeyse batmak üzereydi. Gökyüzü tatlı bir kızıllığa bürünmüştü. Ay yavaş yavaş çıkıyordu ortaya, yakalamak istiyordu aşığı güneşi fakat asla kavuşamayan iki sevgiliydi onlar. Birisi doğduğunda diğeri batmak zorundaydı. Sessizlik üzerimize örtülmüştü hafifçe, ikimizde kendimizden geçmiş gibiydik. Artık söylenebilecek hiçbir şey yoktu. Yalnızca bakışlarımız vardı. Hava iyice kararmaya başladı ardından kurt sesleri yükselmeye başladı ve korktum. İlk kez korktum bir şeyden. Annemizin nasıl öldüğünü hatırlayarak yerimden fırladım. Ona olanları yaşamak istemiyordum. Kimseyi kaybedemezdim, özellikle de Pavel'i. Parmaklarımı uzattığımda hiç tereddütsüz tuttu. Artık nasıl kaldırabileceksem onu çektim tüm gücümle kendime doğru. Kendi isteğiyle yukarı doğru kaydığında öyle bir savruldum ki aniden, kollarından kaymış olan parmaklarımı telaşla omuzlarına sardım. Beraberimde onunla birlikte yuvarlanmaya başladım. Bir yandan kahkaha atıyor bir yandan da sıkı sıkıya sarılıyordum ona. Sonunda durduğumuzda her yanımız çamur olmuştu. Saçlarımın arasına karışmış yaprak parçalarını silkeledim hafifçe ve yanağına bulaşmış çamur parçasını sildim nazikçe. Kalbime dokunabilen tek kişi o, teniyle temasa geçince bile kendimi uçuyor gibi hissediyorum. Hiç düşünmeden eğilerek dudaklarına sürttüm kendiminkileri, masumane aynı zamanda ufak bir öpücüktü bu. Kollarımı gevşeterek yukarıya doğru kaydım.
Bedenine sıkıca sarılmıştım, yalnızca ona bakarak yürüyordum. Evet, önüme bakmıyordum! Kendimi öylesine kaptırmıştım ki beni sürüklemesine izin veriyordum, yine. Başım omzuna gömülmüştü, bana göre iri yarı olan bedenine yaklaştım biraz daha. Taş bir patikada yürüyorduk. İkimizinde yalnız geçtiği bu yolları çift olarak aşıyorduk artık. Sanki kuşlar bizimle uçuyor gibiydi. Her yanımızda onların cıvıltıları, ay ışığının yol göstericiliği yanı başımızdaydı. Esen soğuk rüzgarla kollarını daha da sıkılaştırdı. Dokunuşu altında eziliyor gibiydim. Çünkü gerçekten uzundu bana göre. ''Uçan sincaplar aşkına, neden bu kadar iri yarısın sen?'' Gülümseyerek söylediğimden sözcükler pek net çıkmamıştı dudaklarımdan ama onun anladığını biliyordum. Kalçamla hafifçe onu ittirerek küçük çaplı bir kahkaha daha attım. Yalnızca o vardı şu an, yalnızca Pavel. | |
| | | | Karmaşık Duygular. | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| Hava Durumu | Yıl" 10 Ağustos 2004
|
|