Her seferinde acı çekeceğini bile bile yeniden denemek ruhundan çok bedenini eskitmiş, bedenini yaralamıştı aslında. Çektiği acıları saklamaktan bitkin hale gelmişti, olduğundan daha da soğuk, daha da güvensizdi. Boşuna da değildi hiçbiri. İçinden çıkılmaz bir depresyonun sınırlarında dolaşıyor oluşunun tek sebebi uğruna birçok şeyden vazgeçebileceği Jace’ti. Tüm güvenini boşa çıkaran o çocuk ilk aşkıydı ve son aşkı olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Her kavgalarında kendini öldürmekten başka bir şey düşünemez hale gelmişti Syanya. Onunla eskisi gibi olmama, olamama sebepleri yoktu. Aniden böyle olmuştu işler. Her şeyin kötüye gittiğinin kanıtlarından biri kızın kollarını, boynunu, çenesi lekeleyen mor ve iyileşmeye yüz tutmuş sarı lekelerdi. Jace’in uyguladığı şiddetin kanıtları… Gözlerinden düşen bir damlaya engel olamadı. Oysa ne çok sevmişti onu, ne güzel hayaller kurmuştu. Syanya’nın gözlerini, Jace’in ipeksi ve buğday rengi saçlarını almış çocuklar bile vardı hayalleri içinde. Hiçbirinin gerçek olamayacağını bilmek, kıza, çektiği fiziksel açıdan daha büyük bir zihinsel acı veriyordu.
Kilidin döndüğünü belirten klik sesini duyunca yüzünde geniş bir gülümsemeyle kapıyı ittirdi genç kız. Sevgilisini memnun edecek bir sürpriz vardı aklında. Yavaş adımlarla yatak odasına ilerledi ve durdu. İçerden gelen seslere kabarttı kulaklarını. Yüzündeki gülümseme yavaşça yerini öfkeli nefes alışlara ve hayal kırıklığına uğramış bakışlara bıraktı. Yatak odasının kapalı kapısına yasladı sağ bileğini ve sol bileğini dudaklarının üzerine kapattı. Nefret dolu sözlerin dudaklarını terk etmesini engellemek için yapılmış bir hareketti. Kulağını kapıya dayadı ve dinledi. Daha dikkatli, daha büyük bir öfkeyle, daha büyük bir üzüntüyle… Jace’in inleyişlerini ayırmak onun için çok kolaydı. Kaç kez o sesle baştan çıkmıştı, kaç kez o sesi duymak adına adamın yatağına girmişti. Ve şimdi adamın sesindeki o tatmin olmuş tonun sebebi Anya değildi. Başka bir kadındı. Dudaklarını ısırdı, gözlerinden düşen yaşları elinin tersiyle sildi, sakar bir hareketti. O tanıdık sesi duydu bir kez daha. Gözlerini kapattı. Adamın sesinin kendisi için yol gösterici olmasına alışıktı. Jace’in fantezileri sayesinde sadece seslerden anlardı onun sınıra yaklaştığını ve biliyordu ki kısa bir süre içinde sevdiği adam, yanında yatan kadının içine boşalacaktı. Yatak odasının tam karşısına denk gelen duvara dayadı sırtını ve kadının odadan çıkmasını bekledi.
Aldatıldığını ilk görüşü gözünün önünden gitmiyordu, olduğu yerde dona kaldı. Böyle olacağını söyleyenlere kulak asmamış ve sonuç olarak acı çekmişti. Onu değiştirebileceğini düşünmüş ama yanılmıştı. Aslında ilişkilerinin başında hiçbir sorun yoktu. Belki bunu gördüğü anda kaçmalıydı, sorunsuz başlayan her şeyin öldürücü bir sonla biteceğini biliyor sayılırdı. Ama inanmıştı bu kez nasıl başlarsa öyle biter deyişine. Sarışın adamın şiddet uygulamayı sevdiğini anladığı anda da kaçmalıydı aslına bakarsanız ama çoktan âşık olmuştu. Ve aşk, kaçmaya en büyük engeldir.
Kapı açıldığında göz göze geldiği kadını umursamadı bile, onun o sürtük yüzünü saran siyah saçları, parıl parıl parlayan yemyeşil gözlerini es geçti ve arkasında dikilen sarışın adamın laciverte yakın gözleriyle birleştirdi kendininkileri. Jace kapıyı açtı ve yeşil gözlü kızın üzerine kapattı dış kapıyı. Yavaşça sevgilisine döndü, yüzünde çapkın bir ifade vardı ve biraz da -nasıl denir?- heyecanlı, baştan çıkmış bakışlar vardı gözlerinde. Anya’nın dudakları yavaşça aralandı. Sesi boğuktu. “Bana ihanet ettin seni p.ç kurusu!” Sevdiği adamın gözlerinde aniden yanan ve yandığı hızla sönen öfke kıvılcımları gördü. Yüzünde kötücül bir sırıtış belirdi. “Senden ayrılıyorum Jace.” Adam iki uzun adımla kızı çenesinin hemen altından yakaladı ve duvarla bedeni arasına sıkıştırarak sertçe sıktı boğazına. Anya kurtulmak için debelenirken kızın kulağına yaklaştı. “Ben bitti diyene kadar hiçbir şey sona ermez.” Sonrasında da kızı dövmeye başlamıştı. Acı dolu çığlıklarına aldırmadan…
Nihayet bugün kurtulabilmişti ondan. Nefret dolu sözler ve boğazına kilitlenen ellerden sonra. Hıçkırıklarının şiddetinden tahriş olmuş boğazı sesinin kısılmasına neden olmuştu. Yapabileceği bir şey yoktu. Bilinçsizce koşuyordu, yaşları görüşünü bulanıklaştırıyordu ve ayakları birbirine dolanıyordu. Koşusunu bir saniye bile yavaşlatmadı. Onu sakinleştirebilecek tek insanın yanına gidiyordu ve hiçbir şey buna engel olmamalıydı. Claudine. Birlikte büyüdüğü, her şeyini tereddüde düşmeden anlatabildiği insan. Jace’in yaptıklarını bilen ve ilk olaydan sonra kıza, sarışın adamdan ayrılması gerektiğini söyleyen Claudine.
Gözleri sarışın ve tanıdık bir siluete değip geçti. Bunun Claudine olduğuna emin sayılırdı. Adımlarını hızlandırdı ve kıza sardı kollarını. Otomatik olarak kendi bedenine sarılan kollarının huzur verici sıcaklığına bıraktı kendini ve kızın ince omuzlarına yasladı başını. Ellerden biri sakinleştirici bir şekilde başını okşarken kızı da yanında çekerek yere yığıldı ve başını kızın kucağına bıraktı. El tekrar kahverengi ve kalın telli saçları okşamaya başladı. Sakinleştirici şeyler fısıldıyordu yavaşça. Syanya hıçkırıklarını durdurup konuşmaya çalıştı ama çok zordu bu. En sonunda hıçkırıkları kesildiğinde birkaç dakika geçmişti yere oturuşlarının üzerinden. Dizlerini karnı çekti, elleriyle dizlerini sardı ve cenin pozisyonunda durdu. Nihayet konuşabildiğinde sesinde gizlenmeye çalışılan ama pek de başarılı olmayan bir umursamazlık maskesi vardı. Çektiği acıyı umursamamak istiyordu. Kolay değildi elbette. Her şeyini verdiği adamdan ayrılmıştı birkaç yıllık ilişkilerinin ardından. Aslında pek çok kez birbirlerini aldatmışlardı, bunu ikisi de biliyordu ama bu kez Syanya adamın kendisini gerçekte sevmediğini, yalnızca bedenini kullanmak için severmiş gibi yaptığını anlamıştı. Belki de gerçekten seviyordu, başlarda, ama sonra her şey değişmişti. Sesi umursamazlık maskesinin altından çıkan acı ve nefretle harmanlanmış, kulağa duygusuz gibi gelecek şekilde ehlileştirilmişti. Ama bakışları, göle kilitli olan mavi bakışları, küçük bir çocuğun acı çekişini yansıtıyordu.
“Ondan ayrıldım.” Duraksadı. “Ama yaptığım şeyden memnun değilim. Bana acı çektiriyordu, evet, ama aşk, acıya katlanmak değildir de nedir bana bunu söylesene? Aşk ölmeyi mi gerektirir gerçekten? Yani ne bileyim, gerçekten âşık olanlar birbirlerinin ölümüne mi sebep olmak zorundadır? Romeo ve Juliet mesela, ya da Othello ve Desdomona…”